Avatar |
|
 | Seyretsek.com Değerlendirmesi  | |
Müstehcenlik: | (4) | Şiddet: | (7) | Küfür/Argo: | (4) |
| |
Yarı-felçli bir savaş gazisi olan Jake Sully, kendilerine özgü dilleri ve kültürü olan, barış ve doğa ile örtülü bir çevrede yaşayan Na’vi halkının arasına gönderilir.
Askeri bir şirket uzaktaki bu gezegeni ve barındırdığı kaynaklaro incelemek üzere AVATAR adlı bir program oluşturmuştur. Bu program ile insanlar genetic mühendislik sonucu yarı insan yarı Na’vi haline getirilir ve misyoner olarak Pandora’ya gönderilirler.
Botanist Dr. Grace Augustine (Sigourney Weaver) ile programa gönüllü olarak katılmış Jake’in bedenlerinin Avatar’ı yaratılacak ve böylece Jake’e de felç olmuş bedenini başka bir formda kullanma şansı verilmiş olacaktır. Na’vi halkından Prenses Neytiri ile tanışan Jake, kendisini Pandora’ya gönderen tehlikeden bu halkı savunurken bulur.
2010 Oscar Ödülleri
En iyi sanat yönetmenliği En iyi görüntü yönetmenliği: Mauro Fiore En iyi görsel efekt
2010 Altın Küre Ödülleri
En İyi Film (Drama) En İyi Yönetmen: James Cameron
Kritikler
Selin Sevinç - Filmbutik.net
Savaşta belden aşağısı felç olmuş eski deniz kuvvetleri askeri Jake, Pandora adlı bir gezegende araştırma yapmak üzereyken ölen bilim adamı ikiz kardeşinin yerine Pandora’ya davet edilir. Gezegende yerleşik olan Na’vi halkının arasına girmek için beyni insanlar tarafından yönetilen Avatar’lar yaratılmıştır. Jake ölen kardeşinin Avatar’ını yönetecektir. Gezegendeki ilk gününde başı yaratıklarla belaya giren Jake, gece Neytiri adlı bir yerli tarafından kurtarılır. Yerli halk tarafından eğitilmesine karar verilen Jake, artık yerlilerin dil ve kültürlerini öğrenecek, onlar gibi yaşayıp onlar gibi savaşacaktır. Ancak Jake’in ABD ordusuna bu gezegeni nasıl yok edebilecekleri konusunda rapor vermesi gerekmektedir. Jake Na’vi halkı ve aşık olduğu Neytiri’ye olan derinleşen bağı ile kendi ülkesine karşı sorumlulukları arasında kalmıştır. Kendi insan bedenine geri dönüp ülkesinin vahşi emellerine alet mi olacaktır, yoksa kabul gördüğü sırlar ve güzelliklerle dolu Pandora gezegeninin bir parçası mı? James Cameron kariyerinde uzun bir aradan sonra üstünde 10 yıldır çalıştığı büyük projesini görücüye çıkarttı. Bu uzun ve şüphesiz zorlu çalışmanın neticesinde sanırım hiçkimsenin yadsıyamayacağı güzellikte bir film çıkmış ortaya. Pandora gezegeni; dil, görünüm ve kültürüyle daha önce bizden bambaşka bir halk ve dünya yaratmaya çalışmış olanlara taş çıkartacak detay ve derinlikte tasarlanmış ve nakış gibi işlenmiş. Akıl ve yaratıcılık saçan fikirler, çizimler, resimler insanı gerçekten bambaşka bir yere götürüyor. Hem de kendi dünyamız kadar iyi tanımaya başlayıp kanıksayabileceğimiz denli bir bütünlük ve tutarlılıkla somut bir şekilde deneyimliyoruz bu gezegen ve yaşayanlarını. Kesinlikle tasarım ve efektlere söyleyecek laf yok. Ancak filmin özellikle gezegen görüntüleri başladıktan bir süre sonra filmi izlerkenki şaşkın hayranlığımızın yavaş yavaş sömürülmeye başlandığını hissetmemiz olası hale geliyor. Acaba hem görselliğiyle hem de içeriğiyle büyüleyen bu gezegeni 160 dakika boyunca izlerken, üç boyutlu görüntü için taktığımız gözlükler şakaklarımızı sızlatırken, iyi bir öykü keşfetmek yönündeki doğal ihtiyacımızın dineceği mi sanılıyor, diye sorguluyoruz ister istemez. Acaba önüne enfes bir yem atılan gözü kamaşmış bir balık gibi suiistimal mi ediliyoruz? Avatar hem yapım hem de izleme süresinin genişliğine göre çok dar bir öykü anlatıyor. Hayatta kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Jake’e ısınmak, kahraman belleyip sırtına atlamak biraz zor. Yaşamının bir anlam kazanmasını beklediğimiz somurtkan bir kahramanı, çizgiroman karakteri gibi anormal abartılı bir ‘kötü adam’ın gölgesinde, komlekslerini bastırmaya çalışırken izlemenin nesi güzel! Jake karakteri yalnızca sempati uyandıran yaralı bir insan değil, bir kahramanın aleyhine işleyen bir kaybolmuşluğu, hırslara teslim olmuşluğu temsil ediyor. Sonunda doğru yolu bulmuş olması bile şüphe uyandırıyor. Filmdeki diğer karakterler de aynı kartonluk hissini veriyor. Cameron görsellerine boyut kazandırmaya çalıştığı zamanın onda birini karakterleri için harcasaymış film gerçek bir epik olabilirmiş belki. Gelgelelim sonuna kadar güven duygusu uyandırmayan, hedefinin altında yatanlardan emin olamadığımız bir kahraman ve takım arkadaşlarını Pandora’nın ormanındaki bir bitki kadar sevemiyoruz. Elbette Sigourney Weaver artık ‘ne yapsa yeridir’ kıvamında bir bilimkurgu kişiliği olduğu için onu bu yorumların ve filmin dışında tutuyorum. Avatar’ın büyük mesajına gelince... O da şimdiye kadar defalarca duyduğumuzdan çok farklı değil: hırslarına boğulmuş insanoğlunun temel dürtüsü yok etmektir, ama her zaman uyandırılmayı bekleyen bir sevgi tomurcuğunun harekete geçip günü kurtarması mümkündür. Pek güzel, fakat o zaman neden saatlerce insanın güzel olmaya meyilli doğasındansa şiddet meraklısı yanı doyurulmaya çalışılıyor? Öyleyse topraklarına ve doğalarına saygılı, her varlığın arasında bir enerji bağı olduğuna inanan, iyileşme ve büyüme ihtimalinden güç alan bir halkı yüceltirken, kimbilir tam da bu duyguları dünyamızda yerleştirmek için harcanabilecek kaynaklar, neden vahşet çarkını körükleyecek, gişe hasılatı maymunu bir film için saçıldı? Avatar’ın mesajı, uğrunda harcanan kaynakları haklı çıkaracak kadar tutarlı ve kuvvetli gibi gelmiyor bana. Avatar’da bakılacak çok malzeme, duyulacak çok ses var. İnsanın hemen her duyusuna hitap edecek bir şölen hissi mevcut. Hem sinema teknolojisinin ne aşamada olduğunu, çıtanın nerelere yükseldiğini görmek için, hem de emekçilerin yaratılarını kutlamak için izlenilesi. Tek niyetim, her şeyden önce bir spectacle olan Avatar’ı izlerken madalyonun öbür yüzünü ihmal etmemek. Belli farkındalıklarla tüketildiğinde sinemaseverlere keyifli anlar yaşatacaktır.
Burçin S. Yalçın - Zaman
Bir taş atsam karşıki gezegen yıkılır! Bunca alay-ı vala ile gösterime girdiği için şunun adını vakit kaybetmeden koymalı: "Avatar", evet, belki gelecekte bir milat olarak anılacak ama imza attığı bir devrim varsa, bu, özünde teknik anlamda bir yenilik değil.
Tümüyle yeşil ekran önünde çekilen ilk film değil bu. Tümüyle 3 boyutlu çekilen ilk film de değil. Dijital karakterlerin bu denli hakim olduğu başka filmler de gördük ayrıca. Nedir peki "Avatar"ın etrafında koparılan bunca fırtınanın sebebi? Zaten film endüstrisinin bir süredir elini korkak alıştırarak da olsa fanteziden korkuya pek çok janra yedirdiği 3 boyutlu dijital film izleme deneyimini bir adım öteye, başka bir 'lige' taşıması bu filmi önemli kılıyor... Bu teknoloji bu film için icat edilmiş sanki ve bu öykü de bu teknoloji için yazılmış gibi; e yanlış değil bu zira James Cameron bu teknolojinin arzu ettiği olgunluğa erişmesi için yıllarca sebat etti, öyküsünü bekletti.
Ne mutlu ki bekletti, çünkü yine katıksız bir James Cameron filmiyle karşı karşıyayız. Filmografisindeki tüm filmleri bir miksere atıp karıştırsak ortaya herhalde "Avatar"dan başka bir şey çıkmazdı. Hem biçim hem de içerik olarak...
Başta teknofobi, tipik Cameron temaları 32 kısım tekmili birden "Avatar"da. Biliyorsunuz, "Terminator" serisinden başlayarak savladığı bir tez var. İnsanoğlunun onlarca, yüzlerce yıldır teknolojiye yaptığı kibirli yatırım bir gün dönüp onu vuracak!
2154 yılında geçen "Avatar", kendi gezegeninin köküne kibrit suyu dökmüş bir insanlık tasvir ediyor. Daha da acısı, "Avatar"da gördüğümüz kadarıyla, insanoğlunun beyni paradan öylesine ahmaklaşmış ki, yemyeşil Pandora gezegenine bile doğası için değil, yeraltı zenginlikleri için giriyorlar. İnsanoğlu ile uzaylıların sinema perdelerindeki mücadelesinde ibre tersine dönmüş ve dizginler gözünü hırs bürümüş insanlığın eline geçmiş durumda. Bu açıdan, yakın tarihli "Yasak Bölge 9"un (District 9) söylediklerini tasdikler nitelikte "Avatar".
Filmin alegorik anlamda da "Yasak Bölge 9"dan aşağı kalır yanı yok. Orada ezilen uzaylıların yerine dünyada mezalim gören herhangi bir azınlığı koysanız da sonuç değişmez: Elinde silah olan, olmayanı eziyor. "Avatar"da da Amerikalı dünyalılar, çomakladıkları kimi coğrafyaları (Nikaragua veya Vietnam?) andıran bir doğal yapıya sahip Pandora'da taş üstünde taş bırakmıyorlar. Barışçıl ve teknolojik olarak zayıf Na'vilerin ikamet ettiği Pandora'ya 2154 yılına uygun modifiye edilmiş helikopter ve tankların sırtında destursuz dalıyorlar.
Öyle bir şaşaa, öyle bir görkem barınıyor ki filmin bünyesinde, "Avatar" gelecekte bir kuşağın "Yıldız Savaşları" olacaktır. Üstelik bunu görmek için de 2150'leri beklemeniz gerekmeyecek!
|
|
Şu anda 101 konuk çevrimiçi
|